23 Ağustos 2009 Pazar

bilmiyorum

Ben de bilmiyorum nasıl olacak bu işin devamı...Bir sonu olacak mı, zaten sonda mı, hiç olmadı mı...Ben de bilmiyorum

13 Ağustos 2009 Perşembe

zehirlenmedim, ağladım!

Sabah işyerine geldiğimde gözkapaklarım davul, surat ifadem şaşkın balık kıvamındayken, insanların gözünün içine baka baka, dün aksam zehirlendiğimi ve gecenin yarısını tuvalette geçirdiğimi söyledim ya, çok merak ediyorum acaba bu yalana hangisi inandı..

Evet, bence de hiçbiri...

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Mutfak robotundan hallice...

En son 17 milyon civarında kalmıştık...
17 milyon farklı hayat ve hepsi aynı şehrin sınırları içinde...
Hepsi dünyanın en nadide şehirlerinden birinde yaşadığı için şanslı...Kimi daha şanslı,gözünü her gün boğaza açıyor, kimi daha az, henüz denizi bile görmemiş, içine iyot kokusunu çekmemiş...

Bir de arada olanlar var, her gün boğaza nazır uyanmıyor ama her fırsatta da, boğazın kıyısında soluğu alabiliyor.
İşte bu arada olanların Avrupa yakasında yaşayanlarından, belli bir kesimi kendilerine Bebek'i mesken tutuyorlar.
Her haftasonu sabahtan akşama, her haftaiçi genellikle öğleden sonralarından gece yarısına kadar, Bebek'in birbirinden muhteşem kafe ve restoranlarında güzel vakit geçiriyorlar, güzel vakit geçirebilmek için restoranlarda kuyruk bekliyor, kafelerde belki denizi dahi göremeseler de sırf popüler oldugu için saatlerce oturuyorlar...
Peki bu insanlardan bir Allah'ın kulu da ezber bozan bir harekette bulunmaz mı diye bakıyorsun, ı ıh, yok...

Haftanın her günü sabah 07:00 itibari ile Bebek'in en muhteşem manzarasına sahip cafesi, Caffe Nero kapılarını müşterilerine açıyor..

Arada bir İstanbul'a gözümü açmak için buraya geliyorum. Teras'ında oturup, ışıldayan pırıl pırıl denize, hafif hafif dans eden teknelere, bir gün üzerinde boğazı geçmeyi hayal ettiğim kuru yük gemileri, tankerler, RO-RO'lara bakıyor, kahvemi yudumluyor, ipod'um kulagımda, yüzümde salak bi gülümseme ile birşeyler yazıyorum, eğer gözümü boğazdan ayırabilirsem...

İşte belki de dünyanın en muhteşem güne merhaba deme yollarından birisini, henüz emekli olmuş teyzeler, spor yapan amcalar, ya da Bebek yakınlarında oturan sabah sporunu yapmış genç annelerden başka keşfetmiş bir Allah'ın kulu daha yok...

Yahu, ben de çalışıyorum, hem de en alasından eşşek gibi çalışıp yoruluyorum, uykusuz kalıyorum ama bu bir sabah sadece 1 saatçik erken uyanıp, o rutininden sıyrılıp hayatta neler istediğini, nerede oldugunu düşünmek için, gözünün önünde ne güzellikler oldugunu görmek için ufacık bir mola yaratmama engel olmuyor...ve biliyor musunuz, beni günlerce motive tutuyor...

Bunu pek çok kez test ettim. 17 milyonluk, pek çok ülkeyi katlayıp cebinden cıkartacak, dev bir şehrin çarkında, dişlilerden biri olmayı öylesine kabullenmişsiniz ki ne yazık ki, bir sabah da elinizin altında, gözünüzün önündeki güzelliği değerlendirmek aklınıza gelmiyor, bu milyonlardan birinin dahi aklına gelmiyor...

Gerçekten enteresan!

dokun bana...

İçten, sıcak bir dokunuşun, derinden bir bakışın anlattıklarına hiçbir kelime tercüman olamaz...

O, "Dokun bana, ama gerçekten dokun, öyle elini elimin üstüne koyup temasta bulunurken, baska şeylerle kafanı meşgul ederek geğil, sadece beni görerek, herşeyinle dokun bana ve hisset" diye bağırırken, kelimelere dökmese de, tüm bedeni bunu söylüyor olsa da, bunu nasıl da görmüyordu, nasıl da bilmezden geliyordu adam...
Sevgiyi mi bilmiyordu, sevmekten mi kaçıyordu? Bilmediği şeyi, anlamaması hoş mu karşılanmalıydı, yoksa kolaya kaçıp, kendini sakladığı için iyice bir silkelenmeyi ya da silleyi hak etmiş miydi?
Bu bir oyun muydu? Bir taraf oyun oynamayı bilmiyorsa bu işin sonu ne olurdu?
...

11 Ağustos 2009 Salı

Bir yanılsama...

"Evlensem mi, yoksa önümde kalan çocuk yapmadan çılgınca eğlenerek geçirebileceğim son 10 yılın değerini bilerek maceralarla dolu mu yaşamasam?" ikilemini kapsasa da, onu sadece bir "side-dish" olarak gören ağırından bir konu...
Aşk geçer, sevgi bakidir derler ama, ilişki sonuna dek fedakarlık ister. Vermezsen solar gider, ölür..Onu kurtarmaya ne senin sevgin yeter, ne de onun..Büyük bir aşkla başlayan ve ilk gençlik yıllarından, olgun birer birey olmaya dogru giden yolda, arada bir teklese de, seneler senelerce, giden bir ilişkinin ardından ne yapılır? Yürümeyen pek çok şey vardır artık. Bir ömrümü bu adamla geçirebilirim tutkusu ve arzusu zamanla yerini korkulara ve büyüyen beklentilere bırakır. Herkesin arayıp da bulamadığı, dürüstlük, güven, açık sözlülük ve saygı sizin de ilişkinizin temel taşıdır ama sanki çok kolay bulunan bir nimetmiş gibi de kanıksanmıştır. Onun yerine tahammülsüzlükler, huysuzluklar, gerginlikler, beklentiler, hadi artıklar ön plana çıkmaya başlar. İlişki pörsür, eski ışıltısını kaybeder. Öte yandan öyle derin ve içe işleyen bir sevgi ve güven ile büyümüşsündür ki bu ilişkide, dışarıdaki her ilişki, her insan senin için korkutucudur.
Artık bir ikinci kez aynı duyguları, aynı saflıkla yaşayamayacağını bilirsin.. Buna rağmen, bu büyük sevgi, ilişkide silkinmenize ve "hop noluyoruz ya" dedirtmeye de yeterli olmaz. Kişisel eksiklikler, anlaşmazlıklar ön plana çıkar, bir kısır döngü içerisinde kalır, döner durursun. Bir yanın, herkesin eksikliğini duyduğu o sevilme ve tapılma duygusuyla tamken, bir diğer yanın bir ömür mutlu olabilecek miyim diye kendine sorup durur.

Tabi sadece iki yanın mı var sanıyorsun: Bir diğer yanın, kadir kıymet bilmeyen bir nankör olduğunu söylerken, "kaçan kovalanır bunu biliyorsun ama sizin ilişkiniz o kadar basit değil, hersey karşılıklı" derken, diğer yanın ise, onda bulamadıklarını arzular,eksikliklerini söyler durur. Ayrılığın bir tokat gibi yüzüne ineceğini bilsen de, hem onu hem kendini harap edeceğini bilsen de, olacakları geciktirirsin ama sonunda önüne geçemezsin işte... Onu üzdüğün için bir kere daha için yanarken, acaba bu mutluluğu bir daha bulabilecek miyim diye sorarken, diğer yanın da devam ettiği sürece süreki su kaynatan bir motor gibi olacağını ve büyümenin bir yolunun acı çekmekten geçeceğini söyler durur. Belki gün gelir, o gün 1 ay mı olur, 1 yıl mı bilinmez, ikiniz de birbirinizin kıymetini daha iyi anlarsınız ve daha bir büyümüş olursunuz..Ama şimdi bir süre ayrılık ve acı vaktidir...

10 Ağustos 2009 Pazartesi

YENİ YALAN ZAMANLAR

Yapılabileceklerin, yapabileceklerinin sınırları belirli. Herkesin bildiği bir evlilikleri, ellerinde yüzükleri var. Henüz doyamamış ruhları, tatminsizce savrulan, oradan oraya parçalanan yürekleri var, herşeyi karşılamaya hazır görünümlü bedenleri bir de...Hedef belirli: Doymamış ruhlarını tatmin etmek, her nerede ve kiminle olursa. Muhtemel hedef belirlenince, ona odaklanmak ve ona oynamak hiç zor değildir. Ne de olsa o evli barklı kadındır, karşısındaki erkek ise olsa olsa onun dilinden anlayan arkadaşı. Herhangi bir erkekten farklı olmayan birisi.Bir de işin iç yüzü vardır tabi ki: " Henüz benden geçmedi." "Elimdeki yüzük, benim bağlı olduğum kişiden farklı bir başka kişiyi baştan çıkartamayacağım anlamına gelmiyor." " Ben hala neden arzulanmayayım ki..." " Gencim, güzelim ve erkeklerin ilgisi benim yapımın doğal bir sonucu..." fikirleri akıllarında uçuşur durur. Hiç çekinmezler dostane tavırlardan da öte sıcaklıklarda, hedef erkeklere yaklaşmaya. Hafif dokunuşlar, espriler eşliğinde bileklere, ellere vuruş-dokunuş arası temaslar,sigaraları yakılırken çakmağı tutan erkeğin eline uzun süreli dokunuşlar...Yapılan esprilere istisnasız gülüşler ya da tam tersi son derece soğuk durup " Ne oldu, neyin var?" sorusunu sordurtacak tavırlar sergilemeler...Onun yanından ayrılmamalar, fazla da dikkat çekip herhangi birisini işkillendirmemek adına diğer arkadaşlarını yani oyunundaki figüranları da işin içine katmalar..."Evli ama bak ne kadar eğlenceli kadın." dedirterek erkeğin aklını karıştırmalar...Hele bir de işin içine içki girdiyse, o içkilerdin verdiği rahatlıkla daha da sıklaşan flörtöz dokunuşlar, daha sık ve kaçamak bakışlar ama istisnasız hep arkadaşlık kisvesi altında bakışlar...

Ne de olsa o eşine bağlıdır ve bir başka erkeği bekarken yapmış olsa "resmen yazıyor!" damgası yiyeceği davranışlarda bulunurken tek amaç sıcak bir dostluktur. Kız arkadaşlarında ne hikmetse bulamadığı dostluk... Elindeki yüzük ve toplum içindeki konumu onu daha da rahat kılmıştır. Ne de olsa tutunacak bir dalı her zaman vardır. O evlidir. Hakkında düşünülenler tümüyle yersizdir ve ne kadar da ayıptır. Oysa ki içinden geçenleri sadece o bilmiyordur. Bizim gibiler tarafından da biliniyordur ki, yatağa giden yol orada bitmediği sürece mübahtır. "Biraz flörtten ne çıkar ki..." mantığı ile zehrini yavaş yavaş akıtır karşısındaki kurbanına.

Oyun nerede biter peki? Oyun, erkek onu arzuladığını gösterdiği; bir nevi, fiziksel iradesi altında diz çöktüğü anda ve başrol oyuncumuz, onu için için istese de korkusundan, elinin tersiyle ittiğinde " Bu da nereden çıktı, sen beni yanlış anladın, biz yalnızca arkadaşız." cümlesini sarf ettiğinde, yani daha önce pek çok kez provasını yaptığı ve aklında bunun hayalini kurduğu anı yaşadığında biter. Aklı karışan, sudan çıkmış balığa dönmüş ve sinirlenmiş erkeğin tavrı ne olur bilinemz ama kızımız; yalnızca eşine bağlı olmanın verdiği gururla ve hedeflediği kurbanını dize getirmiş olmanın verdiği mutlulukla hayatına devam eder. Hatta bazen öyle mutlu olur ki bu mutluluğunu ve takdire şayan bağlılığını diğerleri ile paylaşmak ister. O erkeğin, ne kadar utanmaz olduğundan dem vurarak, evli barklı bir kadın için amaçladığı hayasız şeyleri kınayarak olanları dostlarıyla paylaşır. Dostları dediği kişilerin, ağızların torba olmayıp büzülemeyeceğini de bilir ve bu, işine gelir. Böyle gurursuz erkekler, evli kadınlara musallat olmamalı ve herkes onların ne malın gözü olduğunu anlamalıdır.

İşte kocalarının koynuna bu zorlu yollarda; namusunu korumayı başararak girerler, bir gece, bir gece daha...Belki olur da ipler kocası tarafından koparsa, ancak o zaman gerçekleştirmeyi bir türlü gözlerinin alamadığı o bir sonraki adımı atar bizim yeni yalan zamanların namuslu kraliçeleri... Bu yedikleri haltların hiç anlaşılmadığı fikri ile ve yosmalığın en alası olduğunu hiç akıllarına dahi getirmeden...